İslami Araştırmalar, vol.31, no.3, pp.638-652, 2020 (Peer-Reviewed Journal)
İbn Sînâ tarafından öne sürülen ilahî inâyet ve ilahî adaletin Neoplatonik izahı, kendisinden
sonraki felsefi ve dini düşünceler üzerinde büyük bir etki oluşturmuştur. Ona göre inâyet, Tanrı’nın her şeyi mutlak bilgisine uygun olarak yaratması, yarattıklarının varlığını sürdürmesi ve
mümkün en mükemmel iyilik düzenini var etmesidir. İbn Sînâ, kendi kozmolojisine entegre ettiği
ilahî inâyet teorisini desteklemek üzere iyiliğin baskın, kötülüğün ise inâyetin genişliği içerisinde
nadir ve seyrek olduğu iyimser bir teodise tezini savunarak evrendeki kötülüğün varlığını en düşük seviyeye indirgemeyi amaçlar. O, bütün mümkün varlıkların fail sebebi olan Tanrı’nın kazası
dışında hiçbir şeyin ortaya çıkmadığını ve varlığa çıkardığı evrenin mümkün en mükemmel evren
olduğunu açıkça ifade etmektedir. Evrende bilfiil müşahede edilen kötülüğün İlahî inâyetle bağdaşmadığının farkında olan İbn Sînâ, etkinin kötüyü uzaklaştırdığı bir inâyet anlayışı geliştirerek
kötülüğün iki türünü birbirinden ayırt eder: Bizzât kötülük (eş-şerr biẕ-ẕât) ve bilârâz kötülük (eşşerr bi’l-ʿaraż). Ona göre kötülüğün özü yokluktur ve evrende bilfiil gözlemlenen kötülükler yalnızca arızî olarak meydana gelmektedir. Bu bakımdan içerisinde yaşadığımız mümkün en mükemmel evren bizatihi kötülüklerden hâlîdir. Bu makalede İbn Sînâ’nın eş-Şifâʾ ve el-İşârât’ta ele
aldığı inâyet kavramının anlamları ve bu kavramın bağlantılı olduğu iyilik ve kötülüğün ontolojik
temelleri incelenecektir. Bununla birlikte inâyetin, İbn Sînâ felsefesinin bütününü özetleyen bir
kavram olduğu da ortaya konulacaktır.